top of page

Kehanetlerin DönüÅŸü

© Hajo Banzhaf

​

​

​

​

​

 

 

 

 

 

 

 

Ä°ÅŸe, kehanetlerin kökeni ve onların doÄŸası üzerinde biraz düÅŸünmekle baÅŸlayacağız. Ondan sonra da geçmiÅŸteki deÄŸiÅŸik tip kehanetlere ve onların bugün nasıl göründüklerine bakacağız. Son olarak da bir o kadar önemli konu olan dünyamızdaki rollerini, niye geri geldiklerini ve kehanetlere danışmanın geçerliliÄŸini günümüzde niye hiç yitirmediÄŸini deÄŸerlendireceÄŸiz.

 

Ama gelin önce temel psikoloji dünyasına küçük bir gezinti yapalım. Oldukça sloganvari kullanılmakta olan bazı belli terimler var ki ben hepimizin bu terimlerin anlamlarına iliÅŸkin aynı kavrama sahip olduÄŸumuzdan kuÅŸkuluyum.

 

1. GEÇMÄ°Åž

Kendimize iliÅŸkin tüm bildiklerimiz, bilincimiz kapsamında olanlardır ve ego bilinçli kiÅŸiliÄŸin merkezi olarak tanımlanır. Biz haklarında hiçbir ÅŸey bilmesek de bize ait olan her ÅŸey – bizim dışımızda olan bilinmeyenin aksine - bilinçdışının parçasıdır. Bilinçdışının altında veya en derinlerinde C. G. Jung’un tanımladığı kolektif bilinçdışını buluruz. Bu alan doÄŸamızın köklerinin eriÅŸtiÄŸi yerdir. Tüm insanların ortak düzeyidir. Jung ÅŸöyle demiÅŸtir: Her kiÅŸinin yaşından, cinsiyetinden ve ırkından bağımsız doÄŸrudan bir insanoÄŸlu olarak kabul görmesi gibi, içimizde tüm insanlarla ortak olan bir ÅŸey daha vardır. Biz burada, bu düzeyde bize içgüdüsel olarak ne yapacağımızı söyleyen içgüdüsel doÄŸamızı buluruz.

 

Åžimdi soru ÅŸu: Kolektif bilinçdışı insanlarla mı sınırlıdır? Yoksa hayvanların içgüdüsel doÄŸasını da kapsar mı?

Karıncalara devletlerini nasıl inşa edeceklerini anlatır mı?

Arılara nasıl dans edeceklerini gösterir mi?

Güvercinlerin denizin ortasındayken karaya giden en kısa yolu bulmalarını saÄŸlayan o mudur? Sırası gelmiÅŸken söyleyelim, eski günlerde denizcilerin güvertede daima güvercin bulundurmalarının nedeni budur.

Kolektif bilinçdışı, bilinçdışı olması nedeniyle büyük ölçüde bilinmeyen olan daha yüksek bir zekânın bir diÄŸer adı olabilir mi?

 

Jung’un bize gösterdiÄŸine göre kolektif bilinçdışı alanında aktif olan arketipler vardır. Bir arketip nedir? Ä°nsan ruhunun asli bir imgesidir. DoÄŸumumuzdan, hatta belki de daha öncesinden beri bizim içimizdedir. Arketipler, egodan çok daha güçlü içsel kuvvetlerdir. Dolayısıyla çoÄŸu zaman melekler, iblisler, ÅŸeytanlar, Tanrılar ya da Tanrıçalar olarak deneyimlenmiÅŸlerdir.

 

Åžimdi bizim bilincimiz bu derin içsel düzeyden çok uzaktır ve ona iliÅŸkin çok bulanık bir kavrayışımız vardır.

Fakat her zaman böyle bir ayrılma yoktu.

İnsan aklının bu kadar uzaklara gitmediği zamanlar da vardı.

Aklın kendi etrafında olan her şeyle bağlantısı vardı.

Ä°nsanlar kendilerini doÄŸadan bu kadar kopuk hissetmezlerdi. Aynı bir halının ipleri gibi akılları da onları çevreleyen doÄŸa ile dokunmuÅŸtu.

Bilinçleri gençti ve henüz kolektif bilinçdışına çok yakındı. Öyle görünüyor ki Ä°lk ÇaÄŸ’a kadar insanların Tanrıların, Tanrıçaların, meleklerin ya da iblislerin onlara talimat veren seslerini duymalarının sebebi buydu.

Ilyada veya Eski Ahit gibi eski yazmalar bu fenomenden en doÄŸal ÅŸeymiÅŸ gibi söz ederler. Akhilleus Thetis, Odysseus Athena, Hektor ise Iris ve Apollon tarafından korunmuÅŸlar ve onlardan talimat almışlardır ve Eski Ahit bize Tanrı’nın sık sık Ä°brahim, Musa ve Yunus ile konuÅŸtuÄŸunu anlatır.

 

Bu eski zamanlardaki bilinç düzeyininin anlaşılabilmesi için bir örnek vereceÄŸim: Otobanda bir araba sürdüÄŸünüzü düÅŸünün. Bir süre sonra zihniniz dalar, biraz dikkatsizleÅŸirsiniz ve cennetle cehennemi düÅŸünmeye baÅŸlarsınız. Ve aniden bir tehlike belirir. Anında kendinize gelirsiniz ve aklınız size ne yapmanız gerektiÄŸini söyler. Eski günlerdeki insanlar da, benzer bir ÅŸekilde yüksek sesle konuÅŸan ilahî sesler duymuÅŸ olmalılar: Sola dön, saÄŸa dön gibi.

 

Ama Tanrı ve Tanrıçalar yalnızca zararsız görevler vermemiÅŸlerdir. Her zaman bireyin iyiliÄŸine – hayatta kalmak anlamında iyilik - hizmet edecek emirler olmamıştır verdikleri. Bu nedenle, biliriz ki bazı kahramanlar bu sese isyan etmiÅŸlerdir.

​

Balık tarafından yutulmuÅŸ olan Yunus’u hatırlarsınız. Tanrı ona Ninova’ya gitmesini ve onlara Tanrı’nın, ÅŸehirlerini yeryüzünden sileceÄŸi haberini vermesini buyurmuÅŸtur. Böyle bir iÅŸ, hayatını büyük bir tehlikeye atmak demektir, çünkü kıyamete iliÅŸkin böylesi bir kehaneti duymaktan kimse hoÅŸlanmayacaktır. Ve Yunus yapmamaya karar verir. Tanrı’nın dediÄŸini yapmak yerine tam aksi yöne, Yunanistan’a doÄŸru kaçar. Benzer bir sebeple GılgameÅŸ de Babil AÅŸk Tanrıçası Ä°ÅŸtar’ın onu ayartmasına karşı çıkmıştır. Laf aramızda, bu çok da kötü olmamıştır. En azından Akdeniz dünyasında katı bir kural vardır. Bir Tanrı ölümlü bir kadınla birlikte olduÄŸunda, kadın fazla meraklı biri deÄŸilse kadın için bir tehlike yoktur. Ama bir erkek, bir Tanrıça ile seviÅŸecek olursa ölüme mahkûm olur. Bunun hiç istisnası yoktur. Ve GılgameÅŸ o karşıkonulmaz AÅŸk Tanrıçası’na dahi, “Hayır – teÅŸekkürler,” diyebilmekle akıllıca davranmıştır.

 

Homeros Truva savaşından bize, düÅŸmanlarının müttefiki olup kıyafet deÄŸiÅŸtirmiÅŸ olan Tanrılar ya da Tanrıçalar tarafından kandırılan kahramanlarla ilgili benzer hikayeler anlatır. Ve aynı çatışmayı Yuhanna’nın, “Her ruha inanmayın, fakat Tanrı’dan olup olmadığını anlamak için ruhları sınayın,” diye uyardığı Ä°ncil’de görürüz.

 

Böylesi çatışma, birliÄŸin, daha önce insanoÄŸlu ile doÄŸa arasında var olan birliÄŸin sona ermiÅŸ olduÄŸu anlamına gelir. Akıl, kolektif bilinçdışından gelen seslere güvenmemeye baÅŸlamıştır. Ve bu demektir ki sadelik cenneti ve birlik sonsuza kadar yitirilmiÅŸtir.

 

Bilincin büyümesiyle ses giderek daha cılızlaÅŸmış ve sonunda duyulmaz olmuÅŸtur. Tevrat’ta, bize Tanrı’nın bir insanla konuÅŸtuÄŸunu son kez Eyüp’ün kitabı (M.Ö. 2000 sonları) söyler. O günden beri de insanlık kendisini kaybolmuÅŸ hisseder, çünkü Tanrı ile arasında böylesi uzak bir mesafe vardır. Yeri gelmiÅŸken – bu, Tanrıların ve Tanrıçaların yeryüzünden yok oldukları ve göklere taşındıkları zamana denk gelir. Bu giderek büyüyen mesafe nedeniyle dine ihtiyaç olmuÅŸtur. Din (religion) kelimesi, geri baÄŸlamak ya da yeniden baÄŸlamak anlamına gelen ‘re-legiare’den türemiÅŸtir. Ve dolayısıyla rahipler “köprü inÅŸa eden” olmuÅŸlar, insanlık ile Tanrı arasında köprü oluÅŸturmuÅŸlardır. Papa’nın günümüze kadar gelen ünvanı Pontifex Maximus, yani en yüksek köprüyü inÅŸa edendir.

 

Büyük olasılıkla ilk zamanlardaki rahipler hâlen sesleri duyanlar olmuÅŸlar ve görevlerini gaipten haber veren, vahiy alan elçiler olarak icra etmiÅŸlerdir. Ama daha sonra onlar da direkt temaslarını yitirmiÅŸlerdir. Hatta artık hiç ilahî sesleri duymaz olmuÅŸlardır.

 

Bu zaman, kehanetlerin ortaya çıktığı zamandır. Onlara ihtiyaç duyulmuÅŸtur, çünkü artık Tanrı’nın iradesini keÅŸfetmek için baÅŸka bir yol kalmamıştır. Kehanet/Kâhin (oracle) kelimesi Latince ‘orare=konuÅŸmak’tan türemiÅŸtir, Latince ‘oraculum = bir Tanrının mesajı’dır. Ve gaipten haber verme (divination) = ilahî iradenin görüÅŸüdür.

 

2. NE Ä°ÇÄ°N?

Ä°lk insanların bilgi aÄŸacındaki meyveyi yedikleri zamandan beri biz insanlar bilinçliyizdir, ama aynı zamanda ölmeye mecbur olduÄŸumuzu da biliriz. Bunun kabulüyle, masumiyet ve cehalet cenneti sonsuza kadar yitirilmiÅŸtir. O zamandan beri, biz insanların yaratılışta ayrıcalıklı fakat çok acı dolu bir konumu vardır. Ölümlü olup da bunu bilmeyen hayvanlar ile ölümsüz olan ve elbette bunu bilen Tanrılar arasında bir yerde dururuz. Bizler o noktada, iyi ile kötüyü ayırt edebilen, kader ve gelecek gibi kelimeleri bilen yegâne yaratıklarızdır. Seçme özgürlüÄŸüne yalnızca biz sahibizdir ki bu da bizi yaptıklarımızın sonuçlarından sorumlu kılar ve yalnızca biz, o kadir doÄŸaya olan güçlü bağımlılığımızın gerçekten bilincindeyizdir.

 

Dolayısıyla eski insanlar yaÅŸamın tehlikelerle dolu olduÄŸunu ve ancak Tanrı’nın iradesine uygun bir biçimde ve onun yaratmış olduÄŸu düzende yaÅŸadıkları takdirde güvende olacaklarını bilmiÅŸlerdir. Ve bunun anlamı ÅŸudur: doÄŸru olan kiÅŸi, doÄŸru ÅŸeyi doÄŸru zamanda, doÄŸru yerde ve doÄŸru biçimde yapar. Bu kadar kolay! Ama böylece her ÅŸey düzendedir, böylece kendimizi güvende ve korunuyor hissederiz. Bu sebeptendir ki tüm kültürlerde insanlar kendi Tanrılarının iradesini keÅŸfetmek için çeÅŸitli kehanet yöntemleri geliÅŸtirmiÅŸlerdir.

 

3. NASIL?

Dört tekniÄŸi gözden geçireceÄŸiz;

1. Kura kehanetleri,

2. Alametlerin yorumlanması,

3. Şekillerin okunması

4. Spontane kehanet

​

Hepsi de ilahî iradeyi bir “rastlantısal” kümeleÅŸme ile gösterirler, ancak bilinmelidir ki eski günlerde insanoÄŸlu için böyle bir terim söz konusu olmamıştır. Eski dillerde bizim “rastlantı”dan anladığımız ÅŸeyin karşılığı olabilecek bir kelime yer almamıştır. En azından Almanca karşılığı olan “Zufall” kelimesi, daha önceleri hep Tanrı’nın iradesi olarak kabul edilen ‘öngörülemeyen’i isimlendirmek için 14. yüzyılda yaratılmıştır. Tanrı’nın hareketleri öngörülemez ve çoÄŸunlukla insan kavrayışının ötesinde olarak kabul edilirken, hesaplanabilenler insan iÅŸi olmuÅŸlardır. Ä°lahî iradeyi bilebilmenin ise tek bir yolu vardır: EÄŸer doÄŸru kiÅŸi, doÄŸru kehanete, doÄŸru zamanda ve doÄŸru biçimde sorarsa.

 

Åžimdi kehanetlerin nasıl iÅŸlemiÅŸ olduklarına ve günümüzde nasıl göründüklerine bir bakalım.

 

KURA KEHANETLERÄ° tüm dünyaya yayılmışlardır. Bazıları bizim zar ve oyun kağıtları gibi oyun olarak bildiklerimizin atalarıdırlar. Eski Ahit, Urim ve Thummin’den defalarca bahseder ki bunlar eski Ä°srail’in baÅŸhahamlarının kehanet enstrümanlarıdır. Ä°ncil’de Urim ve Thummin’in gerçekte ne olduklarına iliÅŸkin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak bunların atılan taÅŸlar, muhtemelen kıymetli taÅŸlar ya da çubuklar olduklarına inanmak için nedenler vardır ve baÅŸhahamlar, atıldıklarında oluÅŸan rastlantısal kümeleÅŸmelerden JHVH’in iradesini okumuÅŸlardır.

 

Ä°nsan kura atar, ama her kararı RAB verir. Süleyman’ın Meselleri 16:33

 

Yunus’un hikayesinden de biliriz ki fırtınalı havanın suçlusunun kim olduÄŸunu bulmak için de kura atılmıştır. Kura suçlunun Yunus olduÄŸunu söylemiÅŸ, bunun üzerine onu güverteden denize atmışlar ve o da bir balık tarafından yutulmuÅŸtur.

 

Bu tarz kehanet, daima çubuk, taÅŸ ya da zar atma veya kart çekme yoluyla bilinçdışı olarak üretilen bir kümeleÅŸmenin ya da diziliÅŸin yorumlanmasıdır. Tarot, I Ching ve Rune’un kökenleri de buradadır.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

ALAMETLERÄ°N YORUMLANMASI (Alamet= Omen (Lat. iÅŸaretler )) münferit bir vakanın gözlemlenerek bir kurallar sistemine oturtulması çabasıdır. GerçekliÄŸimizin karmaşıklığı göz önüne alınacak olursa, bu yalnızca zor bir iÅŸ olmakla kalmayıp, aynı zamanda da beyhude bir çabadır. Karmaşık dünyamızı tek bir formüle indirgeme ÅŸansı hiç yoktur. Özellikle Babillliler bu konu üzerinde çok büyük bir çalışma yapmışlardır. Olayları “EÄŸer ... ise, o zaman ...” ifadesi ile birbirleriyle iliÅŸkilendirme yoluyla alametleri binlerce taÅŸ levha üzerinde toplayarak yaÅŸamın kaotik çeÅŸitliliÄŸine bir sistem getirmeye çalışmışlardır. ÖrneÄŸin: “EÄŸer bir kiÅŸi bilmeden bir kertenkelenin üzerine basarsa, o zaman düÅŸmanını yenecek demektir.” Elbette Babillilerde bu durum sonunda bu çeÅŸit kuralların büyük bir enflasyona uÄŸramasına neden olmuÅŸtur. Kütüphaneleri öyle dolup taÅŸmıştır ki doÄŸru zamanda doÄŸru alameti bulma imkânı kalmamıştır.

 

Bu yöntem günümüze kadar gelmiÅŸtir ve itikatlarımızda yaÅŸamaktadır. Åžansa ya da talihsizliÄŸe delalet eden iÅŸaretler vardır, baca temizleyicisi, kara kedi ya da “EÄŸer Mayıs’ta yaÄŸmur yaÄŸarsa, Nisan gitmiÅŸ demektir,” tarzı halk deyiÅŸleri gibi.

 

Ancak bu tarz gözlemlerden türeyen kehanetlerin en önemlisi Astroloji’dir. Ve Babillilerin enflasyona uÄŸrayan baÅŸarısızlığa mahkûm çabasının aksine Astroloji iÅŸlemektedir ve bunun basit bir nedeni vardır: sembolik bir dil kullanır ve böylece yaÅŸamdaki deneyimlerin ve olayların çeÅŸitlerini tanımlayabilir. Ama belirli bir harita kümeleÅŸmesini yalnızca tek bir olay ile eÅŸ tutmaya kalktığı takdirde, o da Babillilerin o büyük alamet koleksiyonu ile aynı sonu paylaşır.

 

ÅžEKÄ°LLERÄ°N OKUNMASI. Hepimiz augur kelimesini biliriz, Latincedir ve kuÅŸ gözlemcisi anlamına gelir. Augurlar geleceÄŸi kuÅŸların uçuÅŸundan okumuÅŸlardır. Göçmen kuÅŸların, kışı Tanrılar konseyinin yakınında geçirdiklerine ve orada Tanrıların ve Tanrıçaların gelecek yıl için ne kararlar aldıklarını merakla dinlediklerine ve geri uçarlarken de bildiklerini augurlara uçuÅŸ düzenlerinin ÅŸekli ile söylediklerine inanılmıştır.

 

Organları, özellikle kurban edilmiÅŸ hayvanların karaciÄŸerlerini incelemek, ÅŸekil yorumlamanın bir baÅŸka genel uygulaması olup, bunlar her zaman Tanrıların yazısının görüldüÄŸü yerde norm dışına çıkmak olmuÅŸtur. Ama kullanılmış olan daha kolay yöntemler de vardır: KiÅŸi, kutsal çanaktan yükselen dumanın hareketinden ilahî iradeyi okuyabildiÄŸi gibi, aynı ÅŸeyi soÄŸuk suya damlatılan balmumunun biçiminden ve ateÅŸ sonrasında geriye kalan külün ÅŸeklinden de okumuÅŸtur. Çok popüler olmuÅŸ bir uygulama ise yaÄŸ okumadır. Bunun için suyun yüzeyine yaÄŸ damlatılmış ve cevap, aldığı ÅŸekilden okunmuÅŸtur.

 

Günümüzde bu tarz kehanetlerden geriye, çay yaprağı ya da kahve telvesi okuma, yılbaşı öncesi kurÅŸun dökme ve tabii ki ÅŸekil yorumlamanın bir baÅŸka çeÅŸidi olan pandül kullanma kalmıştır.

 

SPONTANE KEHANET, herkesin yaÅŸamında önünde sonunda, özellikle de çocukken deneyimlemiÅŸ olduÄŸu bir kehanette bulunma ÅŸeklidir. KoÅŸullar serbestçe ve spontan olarak oluÅŸur. ÖrneÄŸin: Merdivenin basamaklarının sayısı tek ise, evet demektir. Ya da gözlerinizi kapar, yüzünüzü pencereye döner ve gözlerinizi açarsınız, ilk gördüÄŸünüz ÅŸey yorumlanması gereken iÅŸarettir. Bir kitabı rastgele açıp parmağınızı bir sayfaya koyarsınız, mesaj denk geldiÄŸiniz kelimededir. Kehanette bulunmanın yasak olduÄŸu veya kâfir iÅŸi ve hatta satanistik ritüel olarak görüldüÄŸü zamanlarda bu yöntem dindar Hristiyanların bile kullanılabildiÄŸi yegâne yöntem olmuÅŸtur. Parmaklarını Ä°ncil’deki bir sayfaya koymuÅŸlar ve ÅŸeytan kutsal kitap aracılığı ile konuÅŸmaya cüret edemeyeceÄŸi için Tanrı’nın cevabını aldıklarından emin olmuÅŸlardır.

 

SAÄžGÖRÜLER, TRANS VE RÜYA YORUMLAMA

Özellikle Hristiyanlık öncesi zamanlarda kehanette bulunma, rahiplerin baÅŸlıca iÅŸleri olmuÅŸ ve tapınaklar daima trans ve rüya yorumlama pratiÄŸinin yapıldığı kehanet mekânları olmuÅŸlardır.

 

Aslen tüm kehanetler – ve tüm kült – M.Ö. 3000 dolaylarında baÅŸlamış olan ataerkil dönemin baÅŸlangıcına kadar tümüyle rahibelerin denetiminde olmuÅŸtur. O zamandan sonra rahipler kurban etme, takvim hesaplama, yazmayı öÄŸretme ve kehanette bulunma gibi tüm kutsal olayları giderek ellerine geçirmiÅŸlerdir. Ancak Delphoi’deki kehanetlerin hâkimiyetinin daha önce hükmeden Toprak Tanrıçası Demeter’den Apollon’a geçmesinden sonra bile, rahibeler ilahî iradeyi duyuran trans medyumları olarak hizmet etmeye devam etmiÅŸlerdir.

Pythia, Delphoi’deki kehanet maÄŸarasındaki derin çukurun üzerinde koyduÄŸu üç ayaklı bir sehpaya çıkarak transa geçen kehanet rahibesinin adıdır. Transa geçiÅŸi muhtemelen, ya çukurdan o günlerde yükselen buhardan, ya da Apollon’un kutsal bitkisi defnenin yanan yapraklarının dumanından olmuÅŸtur. Rahibe bu durumdayken, Tanrı onun dilinin kontrolünü eline almış ve kekeleyen seslerle tüm soruları ben kipiyle cevaplamıştır. Rahiplerin de bu cevapları tercüme etmesi gerekmiÅŸtir. Tercümeyi yapan rahiplere Prophetes(elçi) adı verilmiÅŸ ve daha sonra bu kelimeden peygamber (Prophet) kelimesi türemiÅŸtir.

​

Elçilerin en iyileri, yorumlamanın en önemli kısmının akılla müdahele etmek deÄŸil, yalnızca gözlemek ve dinlemek olduÄŸunu, duyulan ve görülen her ÅŸeyin kendi anlamını keÅŸfetmeye bırakılması gerektiÄŸini her zaman bilmiÅŸlerdir.

 

Bu çok duyulmuÅŸ olan kehanet dünya üzerinde büyük bir itibar görmüÅŸtür. Yıldan yıla binlerce insan buraya akın etmiÅŸ ve doÄŸal olarak tüm önemli devlet meseleleri düzenli olarak buraya danışılmıştır. Hatta politik konularda aşırı temkinli olduÄŸu bilenen filozof Platon bile, “Delphoi’deki elçiler ve Dodona’daki rahibeler akıllarının baÅŸlarında hiç olmadığı ya da çok az olduÄŸu o çılgınlık anlarında Hellas’ımızın (Yunanistan) özel ve kamusal iÅŸlerinde birçok ve güzel ÅŸeylere katkıda bulunmuÅŸlardır,” diyerek bu kehaneti övmüÅŸtür. Sokrates ve Heraklit gibi baÅŸka filozoflar da bu büyük takdire katılmışlardır. Ve – M.Ö. 6. yüzyılın baÅŸlarında - eski dünyanın yedi bilge adamının birincisi olarak kabul edilen Miletli Thales’in kendisi, “Kendini bil!” diyen o çok ünlü yazıtını Delphoi tapınağının giriÅŸine bizzat koydurmuÅŸtur. Böylelikle tüm kehanetlerin derin anlamını açık ve seçik kılmıştır.

 

Hristiyanlığın yayılmasıyla büyük kâhinler giderek sessizleÅŸmiÅŸlerdir. Ve M.S. 363 yılında Roma Ä°mparator’u Julian akıl danışmak üzere Delphoi’ye geldiÄŸinde buradaki kâhin bile - bin yıllık görkemli tarihe raÄŸmen – son kez konuÅŸmuÅŸtur. Rahibenin aÄŸzından Apollon, imparatora bir daha kehanette bulunmayacağını söylemiÅŸtir ve bu son kehaneti de gerçekleÅŸmiÅŸtir.

 

Bunu takip eden yıllarda HristiyanlaÅŸan dünyada kehanetler yasaklanmıştır. Yıldızların gözlemlenmesi yalnızca takvim hesaplamalarına indirgenmiÅŸtir. Gnostik ve Hristiyan görüÅŸler arasındaki çözülmesi mümkün olmayan derin çatışma nedeniyle “kendini tanıma”ya artık önemli bir hedef olarak itibar edilmemiÅŸtir.

 

Gnosis kelimesi ‘bilgi’ demektir ve Gnostikler bilginin kurtuluÅŸa götürdüÄŸüne ve kendini bilmenin de kendini kurtarabilmenin bir yolu olduÄŸuna inanmışlar, öte yandan Hristiyanlık kiÅŸiyi kurtuluÅŸa yalnızca imanın götürdüÄŸünü bunun da daima ilahî af ile mümkün olduÄŸunu öÄŸretmiÅŸtir. Bu nedenle “kendini bil” emrine hizmet eden kehanetler doÄŸal olarak artık Gnostik topraklarda yetiÅŸmektedir ve Hristiyan bakış açısından bu, günahkâr olmasa bile nafile bir çaba olarak kabul edilmiÅŸtir.

 

Buna ilaveten kehanetler belirsizlikleri nedeniyle kötü bir nam salmışlardır. Perslere karşı olan savaşı kazanıp kazanmayacağını soran imparator Kroisos’a Delphoi’nin vermiÅŸ olduÄŸu o bilinen cevap buna bir örnektir. Delphoi’nin cevabı ÅŸöyle olmuÅŸtur: “EÄŸer Halys (Kızılırmak) nehrini geçersen büyük bir imparatotluÄŸu yıkacaksın.” Kroisos bu ifadenin anlamını keÅŸfetmek için zaman harcamamış ve onu hemen kendi lehinde anlamıştır. Fakat, Halys nehrini geçtiÄŸinde yıkılan kendi imparatorluÄŸu olmuÅŸtur.

 

Dolayısıyla kehanetler ortadan kaybolmuÅŸ ve yeraltına inmiÅŸlerdir. Ancak 12. yüzyıldan sonra ve özellikle Rönesans zamanında, 17. yüzyıldaki aydınlanma çağında son bulacak olan büyük bir geri dönüÅŸ yaÅŸamışlardır. Rasyonalizmin zafer kazanmasıyla kehanetlerin de devri kesinlikle sona ermiÅŸ gibi görünmüÅŸtür. Kehanet batıl inanç olarak görülerek tasfiye olmuÅŸ ve Astroloji üniversitelerde yasaklanmıştır. Belirtmeliyim ki bu da çok haksız yere olmamıştır. Özellikle astrologlar büyük hatalar yapmışlardır.

 

1781’de sıradışı bir ÅŸey meydana gelmiÅŸtir. Yeni bir planet, Uranüs keÅŸfedilmiÅŸtir. Bu mümkün olmayan bir ÅŸeydir. Ä°nsanoÄŸlu, bir yılda 12 ay, bir haftada da 7 gün olduÄŸu gibi zodyakın 12 burcu ve 7 planet olduÄŸundan binlerce yıldır emin olarak yaÅŸamıştır. Bu Tanrı’nın kurmuÅŸ olduÄŸu bir düzendir. Åžimdi birdenbire, bu ebedî gerçeÄŸin yanlış olduÄŸu ortaya çıkmıştır. Artık evren Satürn’ün yörüngesi ile sınırlı deÄŸildir. Uzay bir gecede ikiye katlanmıştır. Ve aynı ÅŸey birkaç yıl sonra, Fransız Devrimi’yle dünya üzerindeki düzenin de başına gelmiÅŸtir. Güçlerini Tanrı’nın lütfundan aldıklarına inanılan krallar tahtlarından indirilmiÅŸlerdir. Uranüs’ün keÅŸfedilmesiyle, insanoÄŸlu bireyselliÄŸini ve tüm önceki zamanlardaki hayallerinin ötesine giden bir kiÅŸisel özgürlüÄŸü keÅŸfetmiÅŸtir. Fakat astrologlar bu zamanın iÅŸaretlerini görmemiÅŸ ve okumamışlardır. Astrolojiyi aynı eski dar görüÅŸlülükleriyle uygulamayı sürdürmüÅŸlerdir. Orta ÇaÄŸ’da, bir kümeleÅŸmenin kiÅŸi için ne anlama geldiÄŸini yorumlamak çok daha kolay olmuÅŸtur, çünkü o günlerde kendini gerçekleÅŸtirme yelpazesi çok dardır. EÄŸer baba bir marangoz ise, oÄŸlu da marangoz olacaktır. Kız çocuÄŸuna iliÅŸkin yegâne soru ise evleneceÄŸi mi, yoksa manastıra mı gideceÄŸi, ve evlenirse kaç çocuk doÄŸuracağıdır. Dolayısıyla o günlerde, bir transitin ne getireceÄŸini tahmin etmek oldukça kolay olmuÅŸtur. Ama aniden, inanılmaz bir karar verme özgürlüÄŸü ve seçeneklerin sayısında kalıcı bir artış ortaya çıkmıştır. Öyle görünüyor ki, astroloji geri adım atmaya ve astrologlar ortaya çıkan bu durumla, giderek daha sıkı kurallar koyarak baÅŸ etmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla 19. yüzyıldan kalma kitapları okuyacak olursanız, böylesi dar görüÅŸlü bir astroloji artık ciddiye alınmadığı için büyük bir mutluluk duyarsınız. DiÄŸer kehanetler için de durum daha iyi deÄŸildir.

 

Fakat daha sonra – 20. yüzyılın ilk yarısında – en beklenmeyen bir zamanda, kehanetler geri dönmüÅŸtür. Hermann Hesse, Carl Gustav Jung ve Richard Wilhelm gibi kiÅŸiler I Ching’den çok etkilenmiÅŸlerdir. YaÅŸlı bayan astroloji geri gelmiÅŸ ve bir 20. yüzyıl çocuÄŸu olan psikoloji ile evlenmiÅŸtir. Bu da odak noktası “kendini kavramak” olan modern astrolojinin baÅŸlangıcı olmuÅŸtur. Ve insanlar yeniden Tarot, Rune ve diÄŸer kehanetler üzerinde çalışmaya baÅŸlamışlardır.

 

BU DÖNÜÅžÜN SEBEBÄ° NEYDÄ°?

20. yüzyıl Hristiyanlığın iniÅŸe, nihilizmin ve ateizmin de çıkışa geçtiÄŸi yüzyıldır. Ancak, her insanın içindeki o derin anlama duyulan bu güçlü özlemin cevabını bu ikisinin vermesi mümkün deÄŸildir. Dolayısıyla ortada, kapitalizm hariç, inanacak bir ÅŸey kalmayınca insanlar Batı’dan Hindistan’a yolculuk etmiÅŸler ve o bölgedeki her yerde karşınıza çıkabilecek olan geleneklerinin zenginliÄŸine hayran kalmışlardır. Ve batıda, kendilerinin de eski ve güzel gelenekleri olduÄŸunu ancak geri döndüklerinde farketmiÅŸlerdir. Bu, Astroloji ve Tarot’nun yükselmeye baÅŸladığı zamandır.

 

BU DÖNÜÅžÜN ÖNEMÄ° NEDÄ°R?

Her ÅŸeyden önce: bize eski bir zaman kavrayışını geri kazandırır. Modern dünyada zaman yalnızca sığ bir niceliÄŸe indirgenmiÅŸtir. Åžimdi ise zamanın bir niteliÄŸi olduÄŸunu, doÄŸru anlar ve yanlış anlar olduÄŸu yeniden öÄŸreniriz. Olaylara iliÅŸkin yeni bir anlayış kazanırız. Onların saçma deÄŸil, aksine anlamlı olduklarını görürüz.

​

Özellikle astroloji bize – bilimin yaptığının aksine – anlam dolu bir evrende yaÅŸadığımızı ve herkesin bütünün bir parçası olduÄŸunu hatırlatır.

 

Åžu tasvire bir bakın: Eski dünyada yerküre canlı ve anlam dolu bir evrenle çevrelenmiÅŸ olarak merkezde dururdu. Åžimdi, modern dünyada bu bırakılmıştır. Evren neredeyse bomboÅŸtur. Canlı bir ÅŸey yoktur. Yalnızca bir anlamı olmayan birkaç taÅŸ vardır. Ama astroloji bize orada bir anlam olduÄŸunu ve gökyüzünde önemli bir ÅŸeyler görmekte olduÄŸumuzu hatırlatır.

 

BÄ°R BÄ°REY Ä°ÇÄ°N BU NE ANLAMA GELÄ°R?

 

Bu, kehanetlerin nasıl kullanılmakta olduÄŸuna göre deÄŸiÅŸir.

 

Kehanete güç merakıyla ya da zayıflık nedeniyle mi baÅŸvuruyorum?

 

DoÄŸru biçimde mi danışıyorum?

 

Alametlerin bağımlısı mı oldum? Körlemesine itaat mi ediyorum? Evimden yalnızca kartlar izin verdiÄŸinde mi çıkıyorum?

 

Böyle anlarda ÅŸunu hatırlamak önemlidir: “Bir kehanet mükemmel bir hizmetkâr, ama çok kötü bir efendidir!” Tavsiyesini dinlemek çok yararlıdır, ama onu patronunuz hâline getirirseniz acımasız bir sisteme dönüÅŸür.

 

Yoksa kalıcı mutluluğu garanti edecek olan ezoterik bir talih sigortası mı arıyorum?

 

Ben ne yaparsam yapayım sonucunun iyi olacağını garantilemek mi istiyorum?

 

Bunun ezoterikle hiç ilgisi yoktur. Her kararını ve her hareketini kartlara soran kiÅŸi büyük olasılıkla spiritüel bir arayışta olan bir kiÅŸi deÄŸil, daha ziyade güvence peÅŸinde koÅŸan endiÅŸe dolu bir kiÅŸidir.

 

Kehanetin anlamını, herhangi bir belirsizliÄŸe ÅŸans vermeksizin aklımla düz olarak mı kavramaya çalışıyorum?

 

O zaman eski Yunanlıların ne söylemiÅŸ olduÄŸunu hatırlamak yararlı olacaktır: “Bir kehanetin sözcükleri tohum gibidirler. Anlam ile sıkıca doldurulmuÅŸladır ve içlerindeki boyutlar zaman içerisinde görünür hâle gelirler.”

 

Daha derin bir kavrayış mı arıyorum?

 

Kehanetlere, kendimi daha iyi bilebilmek ve bir ÅŸeyin başıma neden geldiÄŸini anlamak için mi danışıyorum?

 

Kendi sorumluluğumu onlara yansıtmaksızın onlardan birer danışman olarak mı yararlanıyorum?

 

Tüm bu durumlarda, kehanetler yaÅŸamımızı zenginleÅŸtirirler.

 

BÄ°R KEHANETÄ°N TAVSÄ°YESÄ° NE KADAR GÜVENÄ°LÄ°RDÄ°R?

Kesinkes ve daima baÄŸlayıcı ve doÄŸru mudur? Bunun cevabı muhtemelen hayırdır, çünkü gelecek belli deÄŸildir.

 

Zaman, liflerden örülmüÅŸ bir ip gibidir. Ä°p geçmiÅŸ, lifler de gelecekteki olasılıklardır. Bu liflerin bazılarını yönelimler olarak kabul edebiliriz. Bazıları çekilip çıkartılırken, bazıları yenilenirler. Ä°çinde tüm geleceÄŸin yazılı olduÄŸu, yaÅŸam kitabı diye bir ÅŸeyin olduÄŸuna ben inanmıyorum. Gelecek deÄŸiÅŸmez deÄŸildir, ama biz onu kalıcı olarak biçimlendirebiliriz. Bütün gün boyunca kararlar alırız ve iÅŸte ip böyle uzar.

 

Ama elbette, tamamıyla özgür deÄŸilizdir. Hepimizin geri iade edemeyeceÄŸimiz bir horoskobu vardır. Buraya, bize horoskobumuzla yansıtılan belirli bir potansiyel ile gelmiÅŸizdir. Ve bizi bireysel doÄŸamızı ortaya koymaya iten içsel ve bilinçdışı bir dürtümüz vardır. Ama genellikle bu, zenginlik, ÅŸöhret, güç vb. gibi baÅŸka hedefler için çabalayan egomuzun düÅŸünceleri ile yeterince uyum içerisinde deÄŸildir. Bu dürtü egomuzdan daha güçlü hâle geldikçe bize, hem olmasını istemediÄŸimiz hem de ne olduÄŸunu anlamadığımız, bir ÅŸeyler olmakta olduÄŸunu hissederiz. Ve alın yazısı dediÄŸimiz budur. Bu bizi, standart modeller yerine kendi biricik bireyselliÄŸimizi geliÅŸtirmeye iten içsel bir tabiat kanunudur.

 

Åžu deyiÅŸi bilir misiniz? “Hepimiz orijinal kopyalar olarak doÄŸarız, ama çoÄŸu insan sıradan bir kopya olarak ölür.”

 

KEHANETLERÄ°N NASIL Ä°ÅžLEDÄ°KLERÄ°NE DAÄ°R BÄ°R AÇIKLAMA VAR MIDIR?

 

Ünlü senkronisite (zamandaÅŸlık) kelimesi hiçbir ÅŸey açıklamaz, aynı esnada meydana gelen iki ÅŸey arasında bir anlam olduÄŸunu söyleyen güzel bir kelimedir sadece. Öte yandan o fenomene iliÅŸkin hiçbir açıklama yapmaz. Dolayısıyla gelin bir açıklama bulmaya çalışalım:

 

Öncelikle zamanın niteliÄŸine sahibiz ki bu, her anın kendine özgü bir anlamı var demektir. Holistik bakış açısıyla da ÅŸöyle ekleyebiliriz, cevap ve soru, iki ayrı ÅŸey deÄŸil bir bütündürler. EÄŸer bu iki fikri bir araya getirecek olursak, bir soruyu sorduÄŸumuz zaman anının, içinde cevabı da barındırdığı sonucuna varırız. Åžimdi tek ihtiyacımız olan ÅŸey anın anlamını keÅŸfedebilmemizi saÄŸlayacak bir sistemdir. Ve her kehanetin de kendine özgü yöntemiyle yapmakta olduÄŸu ÅŸey budur. Astrolog yıldızları incelemek için gökyüzüne – ya da bugünlerde bilgisayara – bakar, eski Çin’de insanlar I Ching’in kehanetine danışmak için para atmışlardır, Tarot açanlar rastlantısal bir kümeleÅŸme elde etmek için kartları karıştırırlar, Druidler de aynı ÅŸeyi Rune taÅŸları ile yapmışlardır ve benzerleri. Belirli bir zaman noktasında tüm bu kehanetler kendi resimsel dilleriyle aynı cevabı vereceklerdir. Dolayısıyla konu bir kehanetin bir diÄŸerinden daha iyi olup olmadığı, Rider kartları yalan söylerken Crowley kartlarının doÄŸruyu söyleyip söylemediÄŸi deÄŸildir. Konu sizin hangi dili en iyi anladığınızdır. Astrolojinin dili, I Ching’in dili, Rune taÅŸları, kartlar, her ne ise.

 

Ancak üzerinde düÅŸünmemiz gereken bir görüÅŸ daha vardır.

 

Bilinçdışı

 

Genellikle bilinçdışımızdan, içimizde bir yerlerde duran küçük bir kara kutuymuÅŸ gibi bahsederiz. Ama nerede ve ne kadar derinde olduÄŸunu, sınırları olup olmadığını kimse bilmez. Belki de bizim sonsuzlukla olan bağımızdır.

 

Bir dalga düÅŸünün. Bu dalganın daima denizin en derin noktasıyla bir teması vardır. Dalgayı bizim bireysel doÄŸamızın sembolü olarak kabul edelim. O zaman üst yüzeydeki beyaz köpükler bizim bilincimiz, dalganın koyu kısımları kiÅŸisel bilinçdışımız, deniz de kolektif bilinçdışıdır. Bu bize, biz bilmesek bile bizim daima sonsuzluk ile bir temas içerisinde olduÄŸumuzu gösterir. Biz bilmeyiz çünkü zihnimizin zamanda ve mekânda bilinçlenebilmesi için “frekansların düÅŸürülmesi” gerekmiÅŸtir.

 

Bu örneklemeyi ters çevirecek olursak bir baÅŸka güzel sembol elde ederiz.

​

Bu bir paraboldür. EÄŸer bu odaktan ışınlar gönderecek olursanız hepsi eÄŸriden geri yansıtılacaklar ve paraleller olarak sonsuzluÄŸa doÄŸru gönderileceklerdir. Geometri bize – biz böyle bir ÅŸeyi tasavvur edemesek de - paralellerin sonsuzlukta birleÅŸtiÄŸini söyler. Öte yandan bunun anlamı, parabolün bir bu dünyada, bir de transandant baÅŸka bir kürede odak noktası olduÄŸudur. Ve ikisi kalıcı bir temas içerisindedirler. Dolayısıyla, biz artık Tanrıların ve Tanrıçaların seslerini duymuyor olsak da zihnimiz oraya uzanabildiÄŸi için üst benlikle daima temas içerisindeyizdir.

 

Üç kelime var ki, sanırım insanlığın, biz üçünün de farklı bir anlamı olduÄŸuna inanıyor olmamıza raÄŸmen, aslında hepsinin aynı ÅŸeyi tanımladığını anlamaya baÅŸlaması fazla uzun zaman almayacaktır. Bu kelimeler : Alın yazısı – Rastlantı – Bilinçdışı. Ben, bizim alın yazısı olarak deneyimlediÄŸimiz rastlantısal olaylara neden olan ÅŸeyin bilinçdışı olduÄŸuna inanıyorum.

 

TANRIÇANIN DÖNÜÅžÜ

Kehanetlerin dönüÅŸünden bahsettik. Ama bu daha büyük bir fenomenin sadece bir yan etkisidir: Tanrıçanın dönüÅŸü.

 

BildiÄŸimiz gibi, yaklaşık 5000 yıl önce ataerkilliÄŸin kendisini göstermeye baÅŸlamasıyla dinsel inançlarda erkek Tanrılar baskın konuma geçmiÅŸler, önceleri Cennet/Gökyüzü Kraliçesi olan büyük Ana Tanrıça ise giderek yeraltına indirilmiÅŸtir. Buna paralel olarak logos (deyi), akıl ve saÄŸ tarafın tüm simgeleri yüceltilirlerken, ruh, duygular ve sol taraf ÅŸiddetle deÄŸersizleÅŸtirilmiÅŸlerdir. Bütün kült rahibelerden alınmış ve rahiplerin ellerine teslim edilmiÅŸtir. Halklar artık kraliçeler tarafından deÄŸil krallar tarafından yönetilmeye baÅŸlanmıştır. Ve Ä°srail’in ömür boyu ilk kralı olan Kral Dâvud (M.Ö. 1000) ile birlikte ataerkillik anaerkil düzeni kesinkes zaptetmiÅŸ ve de yıkmıştır. Yaklaşık 3000 yıl sonra çark dönmeye baÅŸlamıştır. 18. yüzyılın sonunda Fransız Ä°htilali ile baÅŸlayarak krallar birer birer tahtlarını bırakmak zorunda kalmışlardır. Ve 1950’lerde Mısır Kralı Faruk tahtından çekilmek zorunda kaldığında geleceÄŸe iliÅŸkin gülünç gelen bir öngörüde bulunmuÅŸtur. 20. yüzyılın sonuna gelindiÄŸinde yalnızca beÅŸ kralın kalmış olacağını söylemiÅŸtir. Bu krallar sinek, maça, kupa ve karo kralları ile Ä°ngiliz Kralı! Biraz daha fazla kral kalmış olduÄŸunu bilmemize raÄŸmen, monarÅŸilerin zamanının dolmuÅŸ olduÄŸu açıktır ve bu, ataerkil düzen için de geçerlidir. GeçtiÄŸimiz 200 yıl içerinde diÅŸil yön oldukça fazla deÄŸer kazanmıştır ve özellikle son yüzyılda Tanrıçanın bu dönüÅŸünü gözlemlemek mümkündür.

 

  • politik    -  yükselen sol kavramı

  • felsefi   -  zamanının öncü filozofu olan Nietzche’nin Tanrı’nın ölmüÅŸ olduÄŸuna dair deklarasyonu - elbette bununla ataerkil Tanrıyı kastetmiÅŸtir çünkü baÅŸka kalmamıştır

  • psikolojik   -  Freud ve Jung tarafından biliçdışının keÅŸfediliÅŸi

  • tıp ve diÄŸer dallar     Hahnemanns tarafından homeopatinin keÅŸfediliÅŸi ve bize ilaçlarda güçlü etkilerin yalnızca yüksek doz uygulaması (açık bir eril düÅŸünce biçimi) ile mümkün olmadığını, aşırı seyreltilmiÅŸ ilaçlarla da aynı etkilerin saÄŸlanabileceÄŸini göstermesi

  • ve bunun 1930’da astrolojide görülen paraleli  -  çok küçük ve çok uzak olmakla birlikte etkisi çok güçlü (homeopatik) olan bir planetin, Pluto’nun keÅŸfediliÅŸi

  • dinî   -  Papa’nın 1950’de ilan ettiÄŸi dogma ile Meryem’in göÄŸe çıkış öÄŸretisini onaylaması – Jung’a göre refomdan bu yana meydana gelen en önemli dinî olay

  • günlük yaÅŸam  -  solakların sol elleriyle yazmalarına izin verilmesi ve sola doÄŸru dansetmenin artık bir tabu olmaması

  • ve elbette güya kâfir iÅŸi olan geleneklerin geri dönüÅŸü, doÄŸaya karşı yeni yaklaşım ve tüm ezoterik alanlara olan ilgideki etkileyici artış

 

Tüm bunlar Tanrıçanın yeraltı dünyasından dönmüÅŸ olduÄŸunu göstermektedir. Sadece kongre boyunca olmamak kaydıyla ruhu bizimle olsun.

 

Beni dinlediÄŸiniz için çok teÅŸekkür ederim.

© Hajo Banzhaf

 

Çeviren: GüneÅŸ Ä°lhan

 

Chicago’da düzenlenen Dünya Tarot Kongresi’nde 10 Mayıs 2002’de Hajo Banzhaf tarafından yapılan konuÅŸmanın notlarıdır.

​

​

oracle1.jpg
oracle5.jpg
oracle6.jpg
oracle4.jpg
oracle3.jpg
bottom of page